AHLAKİ YARALANMA
YARALI RUHLARA İTHAFEN
“Ruhumun karanlık gecesinde yalnızlığı hissediyorum. Kendime acımamda
doğruluğun yolunu göremiyorum”
Diz yaralanır, kol yaralanır, mide yaralanır, kalp dahi yaralanır da peki ya ahlak?
Evet, ahlak da yaralanır. Üstelik tüm fiziksel yaraların ötesinde kalp yarası kadar derindir o da.
Ahlaki yaralanma, insanın doğru bildiklerine, inandıklarına, değerlerine aykırı davranmasıdır.
Bunları uygulamak ya da çiğnemek ikileminde kaldığında yanlış yolu seçtiğinde bunalması,
daralması, içinin acıması, yüreğinin kanamasıdır.
Yüreğin kanamasıdır..
Bu kanamanın kaynağını tarif eden birçok tanım bulunmaktadır. Litz ve arkadaşları (2011)
bunu “…derin bir şekilde benimsenen ahlaki inançları ve beklentileri ihlal eden eylemleri
gerçekleştirmek, engelleyememek ve bunlara tanıklık etmek veya bunlar hakkında bilgi
edinmek” olarak tanımlarken, Şay (1994) “…büyüdükleri ahlaki değerlere aykırı eylemlere
tanık olmak veya bunlara katılmaktan kaynaklanan 'karakter bozulması' ” olarak ifade etmiştir.
Peki ya ahlakımızı yaralayan nedir, nelerdir, kimlerdir?
Bana öyle geliyor ki ilk ahlaki yaramız gençlik çağında, kimlik arayışında oluşur. Ailelerimizin
çizdiği belli ahlaki değerler, doğrular çerçevesinde yetişiyoruz, fakat gençlik çağında kendi
çerçevemizi çizmeye başlıyor bütünüyle ailemizin çerçevesinde serpilmiyoruz. Farkında olsak
da olmasak da bence toprağımıza dökülen suya aykırı davrandığımız ilk anda başlıyor çatlaklar.
Aykırı düşüncelerle, davranışlarla, kendi kimliğimizi kazanmak mücadelesiyle ayrışıyoruz
bize öğretilen temel değer ve kaidelerden. Elbette bu yaşamın bir parçası olan ahlaki yaralanma
benim nezdimde.
Bir de toplumsal boyutta ahlakımızı yaralayan şeyler var, ne mi bunlar?
Savaşlar, katliamlar, cinayetler, zulümler, ölü bedenler, parçalanmış cesetler, eziyetler,
tecavüzler ve daha bu gibi nice yürek biçen neşterler..
Henüz 20 yaşımdayım ve bir yandan kimlik arayışımın verdiği ahlaki yaralarımla
cebelleşirken bir yandan ülkemde bitmek bilmeyen cinayetlerle, tecavüz haberleriyle büyüdü
yaram. Geçtiğimiz yıl Ukrayna savaşıyla açılmışken bir tanesi daha, şimdi de kapanamayacak
kadar derinleşti Filistin’de olanlarla..
Peki ahlakımızı yaralayan bütün bu olanlar için ne yapabiliriz, bu yaraları nasıl iyileştiririz?
İlk olarak yarayı fark edebiliriz. Onu ciddiye alıp kanamayı durdurabiliriz. Bu savaşı, katliamı
durdurmak, cinayetlerin önüne geçmek mi demek peki? Hayır. Elimizden ne geliyorsa, o
ölçüde duyarlılığımızı göstermek demek. Sesimizi duyurmak, destek olduğumuzu
hissettirmek, onları, olanları hissetmek iyileştirecek yaralarımızı. Doğruların sesi olacak,
değerlerimize yaslanarak dimdik duracak, desteğimizi göstereceğiz. Susmayacağız, hatırda
tutacağız ki iyileşelim, iyi olabilelim, iyi kalabilelim.
Dünyanın gidişatınca her an ahlakımız yaralanmakla karşı karşıyadır. Ahlakımız her
yaralandığında ortaya bazı semptomlar çıkar. Bunlar; utanç, suçluluk, kendine, başkalarına ve
aşkın varlıklara karşı güven kaybı, hayata dair ontolojik bir anlam kaybı gibi manevi varoluşsal
çatışmalar, dinî ritüellerde azalma veya dinî uygulamaların yapılmaması, inanç kaybı ve tüm
bunların da tetikledikleri depresyon, kaygı, öfke, ahlaki çatışmayı yeniden yaşamak, sosyal
yabancılaşma gibi sosyal sorunlar, meslektaşlar, eş ve aile gibi ilişkilerde sorunlar ve kendini
sabote etme, madde bağımlılığı, intihar düşüncesi ve ölüm gibi kendine zarar verme olarak
ortaya çıkmaktadır. Bunu aşağıdaki tablodan daha iyi anlayabiliriz.
Özetle ahlaki yaralanma değerlerimize aykırı davranmamız ya da bu tür davranışlara şahitlik
etmemiz sonucu duyduğumuz rahatsızlık ve bu doğrultuda gösterdiğimiz semptomlardır.
Kendimi sorguladığımda bugünlerde ahlaki yaralanmalarımın çokça olduğunun farkına
varıyorum. Kim ne kadar farkında bilmem ama büyümek başlı başına ahlaki yaralanma gibi
benim için. Yetiştiğim toprak artık bana yetmiyor, fidem büyümek için dahasına ihtiyaç
duyuyor ve bu toprağıma ihanet gibi geliyor. Şu sıralar isteklerimle doğrularım çakışıp
duruyor. Velhasıl Şeyma bu yol nereye çıkar bilmiyor. Bu bilinmezlik yetmezmişcesine
Gazze’de katliam oluyor. İnsanlığın insanlığa sığmayan yüzüyle tanışıyorum, Dünyaya olan
inancım, güvenim parçalanıyor, elimden bir şey gelmiyor, gelenler de katledilen o insanlara
ulaşmıyor. Velhasıl, ümit yitiyor. Oysa geleceğimin ümitli, iyimser, mücadeleci bir Şeyma’ya
ihtiyacı var. Bu zorluklara şahitlik etmiş biri olarak geleceğe daha güçlü çıkmalıyım, bugün
değilse de yarınlarda benim gibi hem kimlik arayışında olan hem de dünyanın bu yüzüyle
tanışan gençler bana yaslanabilsin, benden güç alabilsin isterim. Bu yüzden bugünden itibaren
ahlaki yaralarımı iyileştirmeyi hedefliyorum, elimden gelen duyarlılığı layıkıyla göstermeyi,
doğrularım ve isteklerim arasında orta yolu bulmayı görev biliyorum.
Tükendi nakd’i ömrüm..
Şu sıralar çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgünüm.
Anladım ki, adına dünya denilen şey, bana göre değil.
Bütün ışıkları yanıyor üzüntümün
Gitmek istemezken gittiğim o yer
Güneşin yok saydığı çelimsiz günler,
Bir anlık öfkeye verdiler beni;
Dünya zemin kat, yüksek kader…